Ağır Cezalara Tarihsel Bakış
İnsanlar toplum yaşamına geçtikten sonra düzeni korumak için belli kurallar getirmişler ve bu kurallara uymayanlara çeşitli yaptırımlar uygulama yoluna gitmişlerdir.
Hammurabi Kanunları’ndan günümüze; intikam, caydırma ve engelleme üzerine kurulu hukuk sistemleri zamanla gelişim göstermiş, bugünkü düzenlemelere kadar ulaşmıştır.
Zamanla fiziksel cezalar kendilerini tazminata ve hapis cezalarına bırakmıştır.
Cezalandırma sisteminin geçirdiği üç aşamadan söz etmek olanaklıdır.
Birinci aşama olan, bugünkü anlamda devletin var olmadığı, daha çok aile/kabile topluluklarının yaşam biçimini şekillendirdiği devirde, ihkak-ı hak müstehaktır deyişinden hareketle haksızlığa uğradığını düşünen insanlar kendi haklarını alma adı altında kişisel tepkilerini gösterir, uğranılan zararın derecesiyle orantılı veya orantısız yaptırımlarını uygular, intikam alırlardı. Bir çok kere dengeyi aşan kısas uygulaması egemendi. Ne yazık ki bunun izlerini, özellikle geri kalmış toplumlarda daha yoğun olmak üzere günümüzde de yaşamaktayız. Zamanla adalet adı altında yaptırımları kendi içinde bir şekle sokan örf ve adetler gelişti. Örf ve adet hukuku oluştu.
İkinci aşama, devletin cezalandırma gücünü gösterdiği dönemdir. Bunda devlet mutlak haklıdır ve devletin her uygulaması hukuk olarak yansıtılır. Bu aşamada devletin koyduğu kurallar uygulanmak durumundadır. Kişilerin kendi haklarını alma yolu hafifletilmiş, devletin koyduğu kurallara uyma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu aşamada kişisel ve ekonomik tatmin yolu da açılmıştır.
Üçüncü aşama, artık kişisel zarardan çok kamusal zararın ön plana geçtiği dönemdir. Burada kişisel hakkın tesliminden çok bozulan kamu düzeninin onarımın esas alınması, düzeni bozanın kamu adına yaptırıma bağlanması söz konusudur. Bu aşamada kamu düzenini bozan ve cezai yaptırıma bağlanan eylemler suç olarak tanımlanmıştır. Ve her suç işleyen, karşısında kamu gücünü görmekte, toplum adına, düzen adına ceza ile karşılaşmaktadır. Ancak çağdaş hukuk sisteminin uygulandığı bu aşamada da kişisel hak alma, bazı hallerde kısmen veya tamamen korunmuştur. Yasal savunma (meşru müdafaa), zorunluluk hali ve haksız tahrik nedeniyle ceza indirimi bunlara örnektir.
Ağır Cezaların Günümüzdeki Uygulaması
Günümüz çağdaş hukuk sistemlerinde, suçta ve cezada yasallık ile kusur ilkeleri ceza hukukun en önemli iki temel ilkesi kabul edilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 2. fıkrası 1. cümlesinde, "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz." düzenlemesine yer verilmiştir. Bu ilkenin doğal bir sonucu da, işlendiği sırada suç olmayan bir fiilden dolayı, sonradan fiilin suç olarak düzenlenmesi nedeniyle kimsenin cezalandırılamamasıdır. Yasanın 2. madde 3. fıkrasında da "Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz." hükmüne yer verilmiş, cezada yasallık ilkesi pekiştirilmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 20. maddesinin 1. fıkrasında "Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." düzenlemesine yer verilmiştir. Bununla, failin cezalandırılabilmesi için fiili bilerek ve isteyerek yapmış olması artı aranmış, kusura dayanırlılık vurgulanmıştır. 5237 sayılı yasa ile suçun kişiselliği yani yalnızca suçu işleyenin sorumlu tutulması ilkesi benimsenmiştir.
Ağır Cezaların Değişim Süreci
İnsan bedeninin öneminin artması karşısında, insanlıkla bağdaşmayan, fiziksel şiddet içeren ağır cezalar terk edilmiş ve suçlunun eğitilerek toplumla uyumlu bir birey haline getirilmesine olanak sağlayan, hürriyeti bağlayıcı cezaların yolu açılmıştır.
Çağdaş hukuk sistemlerinde cezanın en önemli fonksiyonları, caydırıcılık (engelleme), ıslah (düzeltme), medeni hukukta ise zararı giderme ve hakların korunmasıdır.
Ceza verilmekle suçlu korkutulmakta, ıslah edilmekte, yeniden suç işlemekten caydırılmaktadır. Ceza ile suçluyu ıslah ederek topluma kazandırma amacı güdülmektedir.
Diğer taraftan ceza verilmekle suçlu üzerinden topluma göz dağı verilmekte, toplumun ders alması ve suç işleyenin benzeri cezalara maruz kalacağı izlenimi verilmektedir. Bununla toplumdaki suç işleme eğilimindeki insanların suç işlemesinin engellenmesi amaçlanmaktadır.
Cezanın özel bir amacı olmayıp cezanın kendisinin amaç olarak kabul edildiği bir görüş vardır ki buna katılmam olanaklı değildir. Zira benim nazarımda her suçlu aynı zamanda psikolojik bir rahatsızdır. En azından suçu işlediği sırada öyledir. Ve bu nedenle ıslah edilmeyi hakketmektedir. Asıl olan her insanın topluma kazandırılması olmalıdır. Kaldı ki suç işleme koşulları ortadan kaldırılmadan bir suçlunun somut olarak işlediği fiilden sorumlu tutulması ve aşırı (ağır) bir ceza ile karşılaşması kanaatimce adil de değildir. Nitekim şiddetli (ağır) cezaların, suç oranını ciddi bir oranda düşürmediği açıktır.
Ağır Cezalar Ve Diğer Cezalar
Günümüz hukuk sistemlerinde değişik cezalara ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Bunlar adli cezalar, idari cezalar ve disiplin cezaları olarak sınıflandırılabilir.
Adli cezalar, fiilin ağırlığına göre ölüm cezaları, hapis cezaları, para cezaları ve kamu hizmeti cezaları şeklinde kendini gösterir.
Cezaların en ağır olanı ölüm cezasıdır. Bununla işlenen ve toplum düzenini en ağır biçimde bozduğu kabul edilen bir suç nedeniyle devlet tarafından suçlunun yaşamına son verilmektedir. Uygulama biçimleri daha çok kurşuna dizme, asılma, kafa kesme, zehir verme, gaz odaları ve elektrik kullanma şeklindedir.
Cezalardan bir diğeri bedene yönelik, kırbaçlama, dayak atma gibi ağrı verici, yaralayıcı olan cezadır. İlkel ve ağır kabul edilen bu tür cezalar özellikle geri kalmış ülkelerde daha çok kendine yer bulmaktadır.
Günümüzde en yaygın uygulanan ceza ise özgürlüğü bağlayıcı cezadır. Daha çok cezaevlerinde hapis cezası olarak kendini gösterir. Evden çıkmama, belli bir yerde tutma gibi ağırlığı daha az olan cezalar da bu kapsamdadır.
Hukuk sistemlerinin çoğunda yerleşen bir ceza şekli de para cezalarıdır. mal varlığına el koyma ve zor alım kararları da bu kapsamda değerlendirilmektedir.
Adli cezaların içinde değerlendirilen bir diğer ceza şekli de belli hakları kullanmaktan yoksun kılma cezalarıdır.
İdari cezalar, yetkilendirilen kurumlarca kesilen fiilin ağırlığı ile orantılı idari nitelikteki cezalardır.
Disiplin cezaları, kurum içinde çalışan ve kurum içi düzeni bozanlara uygulanan cezalardır. Bu cezalar da disipline aykırı davranışın ağırlığına göre kurumdan çıkarmadan uyarmaya kadar derecelendirilebilen cezalar şeklinde kendini gösterir.
En Ağır Ceza Olarak Ölüm Cezası
Cezaların en ağırı olan ölüm cezası ABD ve diğer bir çok ülkede varlığını korumakla birlikte ciddi boyutta eleştiri almakta ve ülkemiz dahil Avrupa ülkelerinde terkedilmiş bulunmaktadır. Ölüm cezasının, cezanın etkileri ve sonuçları açısından ciddi bir tartışma konusu olduğu aşikardır. Zira cezanın fonksiyonlarından olan ıslah edicilik özelliğinin bu cezada uygulanma olanağı yoktur.
Ölüm cezası o kadar ağır ki bu cezaların en büyük tehlike telafi edilmezliktir. Yargı sistemlerine bakıldığında genellikle iki, üç ve hatta dört dereceli inceleme esastır. İlk aşamada yapılacak değerlendirmenin hatalı olabileceği düşünülerek bir üst merci tarafından denetleme yapılabilmekte, bu aşamada da hatalı sonuca varılabileceği dikkate alınarak daha da üst merciler tarafından denetlenme olanağı tanınmaktadır. Buradaki temel dayanak, her aşamada hata yapılabileceği, ancak incelemenin de bir sınırı olacağı ve son merciin vereceği kararın artık doğru olduğunun var sayılacağıdır.
Belirtilen aşamalardan geçse de bir süre sonra hatalı değerlendirme yapıldığı ve ceza verildiği kanısının oluşması durumunda önceki ceza iptal edilebilmekte veya olması gerekenden ağır olduğu görülerek değiştirilebilmekte ve böylece zararın neresinden dönülse kardır deyişini doğrularcasına gecikmeli de olsa hata düzeltilebilmekte, haksız yere ceza alanlar tahliye dilebilmekte, özgürlüklerine kavuşabilmektedir.
Yalnızca hapsi gerektiren cezalarda bu anlamda her zaman hatanın düzeltilmesi olanağı varken ölüm cezalarında bu mümkün değildir. Ölüm cezalarında infaz işlemiyle geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olmaktadır. Artık sonradan kararın hatalı olduğu sonucuna varılsa bile zararın telafisi olanaksızdır. Zira öldürülen bir kimsenin tekrar eski haline getirilmesi söz konusu değildir.
Ağır Ceza Olarak Ölüm Cezasının Riskleri
Çok uzun yıllar cezaevinde hükümlü olarak kalan bir çok kişinin sonradan hatalı yere mahkum edildiği ve yıllar sonra özgürlüğüne kavuştuğu örnekler çoktur.
Örneğin ölüm cezasının varlığını koruduğu ABD’de, ölüm cezasına mahkum olan her dokuz kişiden birinin haksız yere mahkum edildiğinin sonradan ortaya çıktığı söylenmektedir. Ceza mahkumiyetinde masumiyet karinesinin doğal bir sonucu olarak bir masumu mahkum etmektense on suçlunun serbest kalması ilkesinin önemi özellikle ölüm gibi ağır cezalarda kendini daha çok göstermektedir.
En ağır ceza olan ölüm cezalarında ıslah edicilik fonksiyonu bulunmadığı gibi hatanın telafisi de olanaksızdır. Toplumu şiddete karşı korumayı amaç edinen çağdaş bir hukuk düzeninde en ağır şiddeti barındıran bir ceza olan ölüm cezasının yeri yoktur.
Uzun yıllar cezaevinde hükümlü kalan bir çok kişinin yıllar sonra hatalı yere mahkum edildiği anlaşılmıştır.
Örneğin, ABD’de 19 yaşındayken bir hemşireyi kaçırarak tecavüz ettiği suçlamasıyla 1974’te müebbet hapse mahkum edilen Wilbert Jones, ağır koşullarda 46 yıl cezaevinde kaldıktan sonra masum olduğu anlaşılmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Polonya’da, Tomasz Komenda, 18 yıl boyunca suçsuz yere cezaevinde yattıktan sonra masum olduğu anlaşılmış ve tahliye olmuştur.
Ülkemizde de bizim takip ettiğimiz bir davada sanık M. K. 19 yıl hapis cezasına çarptırılmış, mahkumiyet kararı Yargıtay’dan da onanmak suretiyle kesinleşmiştir. M. K. hükümlü sıfatıyla cezasını çekmeye başlamış 6 yılı aşkın süre cezaevinde kaldıktan sonra masumiyeti anlaşılarak yaptığımız itiraz üzerine beraatine ve tahliyesine karar verilmiştir.
Çin’de idam edilen Huugjilt adında 18 yaşındaki kişinin idamından 18 yıl sonra suçsuz olduğu anlaşılmıştır.
İlk üç örnekte ağır travmalar geçirilse de, yıllar sonra da olsa özgürlüğe kavuşma, başka bir anlatımla eski hale getirme olanağı varken son örnekte bu artık olanaklı değildir. Hem telafisi olanaksız zararlara yol açtığı hem de ıslah edici, topluma yeniden kazandırma özelliği bulunmadığı için ölüm cezasının savunulacak tarafı yoktur. Kaldı ki zamanla olası bir yasal düzenlemeyle cezanın niteliğin değişmesi ve hafiflemesi durumunda değişikliğin ölüm cezasına uygulanma olanağı da olamayacaktır.
11.07.1991 tarihinde yürürlüğe giren, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi Ek Seçimlik 2 No’lu Protokolü ile barış zamanı ölüm cezası kaldırılmış; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 No’lu Ek Protokolünde de benzeri düzenlemeye yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 13 nolu Ek Protokolü ile ölüm cezası taraf devletler bakımından her türlü suç açısından tamamen kaldırılmıştır.
Türk hukukunda, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları döneminde ölüm cezasına yer verilmiştir. O dönemlerde bile idam cezası o kadar ağır görülmüş ki cezasının infazı Meclis’in onayına tabi kılınmıştır. Özellikle 1984’ten sonra mahkemelerce verilen ölüm cezalarına karşı Meclis, verilen ölüm cezalarının infaz edilmemesi yönünde bir eğilim göstermiş ve ölüm cezalarının infazına yönelik yasa çıkarılmamıştır. 2001 yılında, Anayasa’da yapılan değişiklikle, savaş, savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği öngörülmüştür. 2002 yılında çıkarılan 4771 sayılı yasayla, mevzuattaki ölüm cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrilmiştir. 2003 yılında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin 6 No’lu Protokolü imzalanmış ve onaylanmıştır. 2004 yılında ölüm cezası Anayasadan tümüyle çıkarılmıştır. 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası’nda ölüm cezasına yer verilmemiştir. Türkiye, Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına İlişkin 13 No’lu Protokolü 2006’da onaylamıştır.
Ağır Cezalarda Ağır Ceza Avukatının Önemi
Yaşama son vermenin önemine ve hata payına nazaran, yargılama sürecinde başta yargıçların çok dikkatli davranması, bir hataya meydan vermemesi gerekir.
Bu konuda avukatlara da büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Özellikle bu tür ağır ceza karşısında ağır ceza avukatı olacak kişinin çok iyi birikime sahip olması, mahkemeyi doğru karar verme konusunda yönlendirmesi, bir ağır ceza avukatının sorumluğu doğrultusunda somut kanıtları ortaya koyması gerekmektedir. İyi bir ağır ceza avukatından beklenecek olan müvekkilini haksız bir ağır cezayla karşı karşıya bırakmamak, bu konuda tüm hukuki yolları kullanarak maddi gerçeğe ulaşma konusunda çaba harcamaktır.
Özellikle en ağır ceza olan ölüm cezasının telafisi olanaksız hatalara yol açabileceği gözetilerek, başta ağır ceza avukatları olmak üzere tüm hukukçuların ölüm cezasına karşı çıkması büyük önem taşımaktadır. Gösterilecek olan bu çabanın bu tür cezaların uygulanma alanından silinmesine yol açabileceği gözetilmelidir.
Ölüm cezasının uygar dünyada yeri yoktur, olmamalıdır.